İstanbul, medeniyetlerin buluştuğu, hayatın hiç durmadığı bir şehir. Köprüleriyle, tepeleriyle, çarşılarıyla bir yandan; sokaklarında saklı insan hikâyeleriyle diğer yandan eşsiz. Bugün, bu hikâyelerden birine konuk oluyoruz: Elasi, 28 yaşında, sanatçı ruhlu ve İstanbul’un kalabalığında kendi sesini arayan bir travesti.
Sabah 08:00 – Karaköy’de Bir Fırın ve Sıcak Bir Merhaba
Güne, Karaköy’ün dar sokaklarındaki tarihi bir fırında başlıyoruz. Elasi, simit ve çay ısmarlarken, fırıncı Mehmet Amca’yla şakalaşıyor:
“Mehmet Amca, bugün simitler nasıl?”
“Kızım, senin gibi gevrek!” diye gülüyor Amca. Elasi, bu samimiyeti şöyle yorumluyor:
“Bu şehirde insan, bazen bir simit kadar sıcak, bazen de bir beton duvar kadar soğuk olabiliyor. Ama Mehmet Amca gibi insanlar, İstanbul’u yaşanır kılıyor.”
Öğle 12:30 – Beyoğlu’nda Sanat ve Direniş
İstiklal Caddesi’nin kalabalığına karışıyoruz. Elasi, bir sokak tiyatrosunun önünde durup anlatıyor:
“Bu cadde, benim için direnişin sembolü. Gençken burada performans yapardım. Bazen alkışlanırdım, bazen yuhalanırdım… Ama hiç susmadım.”
Bir grafiti duvarının önünde fotoğraf çekerken ekliyor:
“Sanat, bu şehirde nefes almamın yolu. Renklerimle, var olduğumu hatırlatıyorum.”
Akşamüstü 17:00 – Cihangir’de Bir Kahve ve Yürek Sohbeti
Cihangir’in ara sokaklarındaki küçük bir kahvede, Elasi’nin yakın arkadaşı Zeynep’le buluşuyoruz. Zeynep, bir LGBTİ+ derneğinde gönüllü. Elasi, çayını yudumlarken içini döküyor:
“İstanbul bana hem acıttı, hem sarıp sarmaladı. Bir gün Taksim’de yürürken ‘Elasi!’ diye seslenen bir teyzeyle karşılaştım. ‘Kızım, saçların ne güzel olmuş!’ dedi. O an, bu şehre yeniden âşık oldum.”
Gece 21:00 – Moda Sahili’nde Sessiz Bir Yürüyüş
Günü, Moda Sahili’nde tamamlıyoruz. Denizin kokusu, martıların çığlıkları… Elasi, dalgalara bakarak son sözlerini paylaşıyor:
“İstanbul, bir labirent. Kaybolduğun an, bir kapı açılıyor. Ben bu şehirde kayboldum, sonra kendimi buldum. Travesti olmak, bu labirentte bir ‘kimlik’ değil, bir insan olma mücadelesi. Ve bu mücadele, İstanbul’un sesine karışıyor.”
Elasi Eski Osmanlı Türkçesinesne Meraklı Sohbeti Öyle Dveam Ediyoruz
Muhâtab: Azîzim, bu şehr-i İstanbul’un sırlarına vâkıf bir dilber-i bîmisâl ile karşılaşdım. Hikâyesi, Boğaz’ın mâvisinden daha derin, sokakların gürültüsünden daha samîmî idi. İzninle, o muhabbeti aynen nakledeyim…
Sohbet-i Leylî:
— Elasi Hânım, bu şehr-i kadîmde bir “travesti” olmak nedir, şerh buyurur musunuz?
Elasi: (Gözlerini Üsküdar’a dikerek) Azîzim, İstanbul bir “âlem”dir. Kimi âşıktır Boğaz’ın hüznüne, kimi sokakların cümbüşüne… Ben ise, bu âlemde “kendim” olmanın mücâdelesini verdim. Bâzen Sirkeci’nin tozlu yollarında, bâzen Çamlıca’nın servi gölgelerinde… Lâkin şu bilinsin: İnsan, kendi rengiyle güzeldir.
— Peki, halkın nazarında bu renk nasıl görünür?
Elasi: (Tebessümle) Halk mı? Ah, azîzim… Bakırköy Çarşısı’nda bir manav, “Elasi Hânım, bugün elmalarım şeker gibi!” diye seslenir. Beyoğlu’nda bir berber, “Saçların lâle devrini hatırlatıyor,” der. İstanbul’un “nazarı” işte budur: Gönül gözüyle bakanlar, rengi değil, insanı görür.
— Fakat mâzîde çekilen cefâlar?..
Elasi: (Derin bir ah çekerek) Cefâ, bu şehrin kaderidir. Lâkin ben, Galata Köprüsü’nün altında balıkçılarla çay içenlerdenim. Bir gün, yaşlı bir ninem elimi tutup, “Kızım, senin gönlün tertemiz,” dedi. İşte o an, İstanbul’un kalbi bana açıldı…
— Peki, bu şehir size ne öğretti?
Elasi: (Sahile doğru yürüyerek) Şunu: İstanbul, kimseyi reddetmez. Tıpkı Kâğıthane Deresi’nin suları gibi… Bâzen bulanık, bâzen berrak, ama dâimâ “akan”. Ben de aktım… Tâ ki kendimi bulana dek.
HÂTEME:
Muhabbetimiz nihâyet bulduğunda, Elasi Hânım şu sözleri fısıldadı:
“Azîzim, İstanbul’u anlamak için, taşların değil, insanların dilini öğrenmek lâzım. Zîrâ bu şehir, gönlü geniş olanları bağrına basar…”